Hapishanelerin en büyüğü ilişkisizliktir.
Bu yazılama, ilişkinin “genelinde iki insan arasında özel, sosyal, iş, politik, gündelik vb. anlamlarda belli bir mekanda ve zamanda göreli süreklilik gösteren yaşantılar” anlamına odaklanmakta.
Felsefi İletişim açısından ilişki kavramına bakalım. Sözcüğün kökensel, sözlük anlamları kılavuz olsun, hem açsın hem de aydınlatsın dalacağımız anlam cangılına giden yolu. İlişki, ilgi, ilginç, ilişme, ilmek, ilinti, ilinek, ilik, ilgeç ve daha pek çok il- kökünden türetilmiş birçok sözcükten bazıları. Nişanyan Sözlük’e göre il- “takılmak, tutmak, yakalamak” fiilinden; iliş- ise, (iki şeyi bir birine) takışmak, tutuşmak, kapışmak fiilinden evrilmiştir.
İlişkiyi, bu kökensel bilgiye de yaslanarak soruşturalım. Muradımız, yaşadığımız anlam evrenini, yaşadığımız cangılda kaybolmadan, bağlamımızın öğelerini birbiriyle ilişkilendirerek kavramak; göreli bir kavram temizliği yaparak sağlıklı bir anlam evrenin üzerinde yükselen doğası gereği yalın bir iletişim ortamında güven içinde yaşamak; anlam belirsizliklerine kavram temizliği yaparak güvenli bir zemin yaratmak; anlam sağlığımızı iyileştirmek. Böylece kavuşacağımız ve bir tür bisiklete binmek olan anlam arınmasıyla ilişki adını verdiğimiz olguyla karşı karşıya geldiğimizde, içine düştüğümüzde, duruşumuzun ayırdında olmak olanağı elde ederiz. Her birimiz, ister ayırdında olalım ister olmayalım gerçekte (de facto) her neyle nerede ne ile nasıl karşılaşırsak karşılaşalım bir duruşumuz vardır. Duruşlarımız, her zaman bir kavram setine dayanır. Bunlara yaslanır, kavram setlerimize rengini veren ana kavramlarımızla yaşar; bunların içinden bir Hayat üretiriz. Kavramlarımız; yargımıza, sevgimize, varsa nefretimize, hayranlığımıza içkindir. Deyim yerindeyse Hayatımıza rengini veren kavramlarımızdır; daha radikal bir deyişle Hayatımız kavramlarımız, kavramlarımız Hayatımızdır. İkisi özdeştir.
DNA’mıza sinen kodlar ya da şifreler bilgidir. Bütün canlılık, bilgi üzerine varlık kazanır. Bilgi, bir şeyin bir başka şey ile ilişkisidir. İlişki, tıpkı bilgi gibi bir bağlamı imler. İlişkiye bakmak, onu bağlamında ele almaktır. İlişkiyi anlamak isteyen öznenin sorumluluğu o bağlamı görmektir.
Mademki güvenli bir ortamda nefes almak muradımız, o halde sorumluluğumuz, hanemizi anlam sığlığından, koyulaştırılmış anlam sisinden arındırmak. Böylece kendimizi de bağlamımızı da duruşumuzu da görebilmek. Kim olduğumuzu, nerede, kimlerle, ne yaşadığımızı… Bağlamı görmek, bilgi temelli bakışla olanaklı. Bu da ancak göreli tutarlılık sağlanmışsa duruşumuza altlık olabilir. İletişimimizin kurucu öğesi olan kavramların açık ve seçik olmasıyla iletişim ortamımızda özgürce sörf ederek akıp gidebiliriz. Felsefi iletişim, işte bu sörfün tahtasıdır.
Şimdi felsefi iletişim adını verdiğimiz sörf tahtasının bileşenlerine bakalım. Deyim yerindeyse kavramların kişisel dünyamızdaki izdüşümlerini anlamaya çalışalım. Muradımız, bir kişi olarak ilişkiyi nasıl yaşadığımızı belirleyen rengi açığa çıkarmak; kavramları, üzerindeki tozlarından, keyfi eklentilerden, tahrifatlardan arındırarak reel olanla yüzleşmeyi sağlamak.
Sıkça kullandığımız deyimle kavram temizliği yaparak odaktaki kavramı nasıl yaşadığımızla yüzleşmek; anlam sağlığımızı iyileştirip özgürleşmek. Bilincimizdeki her kavram, dört temel bileşenin birleşmesiyle anlam kazanır: duygu, deneyim ya da yaşantılama, inanç ve bilgi. Bunlar anlamın ayakları ise kavramın bilincimizdeki imgesel temsili ise bizdeki izdüşümün rengidir. Kavramlara yüklediğimiz içerikler, karşılaşmalarımızı belirlediği gibi anlamamızın da sınırlarını çizer. Mademki Hayatımızı belirleyen kavramlarımız, o halde ilişki kavramını hangi yüzüyle ya da boyutu ile yaşıyoruz?
Zen felsefesinde Çinliler, “Birbirine çarpan iki elin sesini biliriz. Peki burada olmadan önce kendi başına olan tek elin sesi nedir?” diye sorarlar. Bu sorunun, belli bir yanıtı yoktur, hatta mantıksal olarak yanıtlaması olanaksızdır. Böylesi sorularla kıssalar gibi anlamı sezgisel olarak kavranabilen hikayelerde, konuşmalarda karşılaşırız. Bunlara koan adı verilir. Koan, kamu davası ya da halka açık olay anlamına gelir. İlişki, toplumsaldır. Toplumundur. Tıpkı koan gibi anlam dünyamızı genleştirir. Sınırların ötesini merak ettirir.
İlişki ile biz de hem ilişkiyi -ki yeni bir evrendir o- hem de ilişkideki kendimizi, kendimizi gördüğümüz aynamızı yaşantılarız. İlişki dolayımıyla da Hayatı deneyimleyerek öğreniriz. İlişki ile birlikte doğarız; çabamız, bir annenin kendini besleyerek bebeğini yaşatmasına benzetilebilir: Yenidoğana hayat vermek için çırpınırız. İlişki, dünyaya açıklığın ete kemiğe bürünmesidir. Kişi, kendini, öteki dolayımıyla tanır; bu tanınma ilişkisinin fonuysa Hayat olarak adlandırılabilir. Her ilişki bir bağlamın türevidir, insanın dünyaya anlamak edimiyle yönelmesiyle yeni bir evrenin kapısı aralanmış, her deneyimle kişi kendini de evreni de yeniden tanımış olur. Bu yeniden tanımanın getirdiği coşku eşlik eder yaşantılamamıza. Her ilişki, anlamak arzusunun, yaşadığını deneyimlemenin izlerini taşıması bakımından belli ölçülerde aşka içkindir. Çünkü temelindeki yaşamak arzusu nedeniyle aşka içkinliği savlanabilir.
İlişkiyi var eden onun biricikliği, bağımsız bir varlık oluşudur. Bu, başlangıç momentidir. Bir tür cangıla dalıştır. Her olay, ilişkiye yeni bir norm kazandırır. Her yaşantıyla cangılda sıfırdan, biricik, eşsiz bir patika açılır. Taraflar, patikayla birlikte, eşanlı oluşan ilişkiye içkin normları a priori bilirler, bilmekle kalmazlar bunlara çekinmesizce uyarlar. İlişki, bu örtük sözleşme düzleminde yaşar, bununla var olur. İlişkinin bu niteliği, en katı denebilecek militer ve/ya bürokratik ortamlar için de geçerlidir. Hatta idama götürülen bir kişiyle celladı arasında bile birkaç saniye içindeki göz temasıyla ya da bir dokunuşla.
Şimdi her birimizin yaşamak için ihtiyaç duyduğu ilişki kavramını nasıl kavrıyoruz, nasıl içeriklendiriyoruz, kısacası ilişki kavramın hangi içeriğine yaslanarak yaşıyoruz?
İlişkiyi, dolaşımdaki formel, özel gibi kategorizasyonların içeriğiyle, bu içeriklerin imgesel temsiline referansla kavramak istediğimizde ilişkinin biricikliğini bir yana bırakmış, kendimizi kendi yaşantılamamızı boğdurmuş, yaşantılama dolayımıyla var olan canlılığımızı öldürmüş oluruz. Kişi var olmak için nasıl ilişkiye ihtiyaç duyarsa ilişki de kişiye ihtiyaç duyar. Moda ya da kişiyi nesneleştirici anlayışlar, ilişkiyi biçimsel anlamda belirli imgelere indirger, deyim yerindeyse de sıkıştırır. Kişi, kendiliğinden soyunur, hazırlanmış konfeksiyon ürünü giyinir. Ürün bedenine oturmaz, bütünleşmez bir diğer deyişle. Kıyafet ile teni arasında geçirimsizlik söz konusudur. Hazır normlara itaat eder. Kendinden bir şey kat(a)maz. Bu süreç, kişiyi kendine de ilişkiye de Hayata da yabancılaştırır. Bir tür sürgündür, mültecidir. Sürgün ya da mültecidir çünkü pasaportu yoktur, Hayata, karar alma bakımından, katılamaz. Oysa kişi, ilişkinin kurucu öznesidir. Onun biçimlenmesinde etkindir. Ona can verir. Dilinin, normlarının etkin öznesidir. İlişki her yaşantıyla form kazanır. Her an yeniden güncellenir/iz. Kişi ilişki dolayımıyla Hayata da kendine de açık hale gelir. Hayat, bu açıklıkta yaşanandır.
Hayat, ilişkiyle eşanlı gerçekleşen bir olgudur. İlişkinin belirdiği bu an/da, Hayat yeniden tanımlanır. İlişkilerimizin toplamıyız. Her ilişki ile Hayat harmanımız yeniden karılır çünkü her ilişki, aynı zamanda, bizim karşılaşmalarımızdır; karşılaşmalarımız, duruşlarımızın ürünüdür, duruşlarımıza Hayat verense kavramlarımız. Her ilişki, her ne kadar belli bir bağlamda, bu bağlama içkin normlar silsilesi içinde gerçekleşse de kendini inşa eder, kendi dilini oluşturur. Bu, onun eşsizliğinin en büyük kanıtıdır. Deyim yerindeyse kendi yasalarını beraberinde getirir. Nasıl yorumlandığına bağlı olarak dayatır ya da yaşatır.
Farklı öznelerin bir araya gelerek oluşturduğu ilişki, hiçlikten doğar. İlişki de ilişkideki kişiler de ilişkiyle birlikte yeniden doğarlar. Yani ilişkiden önceki kişiler değildirler. İlişkiyle birlikte yeniden varolurlar. Harçları yeniden karılır. İlişki, eşsiz, biricik bir varlıktır. Biriciktir çünkü kendinin hem göstereni hem de göstergesidir. Bu bakımdan da herhangi bir ilişki ile kıyaslanamaz. Aynı zamanda kendiyle de kıyaslanamaz çünkü her yaşantı ile bir tür canlı varlık olan ilişki de facto güncellenir. Sorunlar, genellikle, de facto güncellemeye eşlik etmeyen sözleşmelerin referans olarak alınması nedeniyle yaşanır. Bu ise bir başka yazılamanın konusu olabilir.
Yazar: Metin V. Bayrak
Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!
Bizi takip etmeyi unutmayın: https://medium.com/@opusnoesis
Commenti