top of page

Transhümanizm İlaç Olabilir mi?

İnsan ilişkilerindeki yapaylık,  güç seviciliği, güç seviciliğinin getirdiği otokratik yönetimler, dünyada hüküm süren sermaye savaşları vb. sorunlar o kadar sıradan ve hayatın olağan akışının bir parçası ki artık bunların nedenleri üzerine konuşmak bile çok demode. Moda olan ise yapay zekâ, biyoteknoloji, nanoteknoloji, bilişsel bilim gibi alanlar. Bu alanlardaki gelişmelerin insan ve dünya için getireceği veya götüreceği şeylerin neler olabileceğine dair tartışmalar güncelliğini koruyor. Bu iki konunun kesiştiği noktada transhümanizm kavramı beliriyor. 




Transhümanizm kavramını ilk kullanan İngiliz Neo-Darwinist biyolog J. Huxley, kavramı,  “İnsanın insan kalarak kendini aşma süreci” olarak tanımlar. Hümanizm, insanın dünyayı aklıyla görme süreciydi. Transhümanist filozoflar, kendilerini hümanizmin devamı olarak nitelemekte, insanın huzuru ve refahını, insanı kuşatan sınırların ortadan kaldırılmasında görmekteler. Transhümanizmde insan, artık var olanı gören ve yorumlayan bir varlık değil onu ve kendisini değiştiren konumdadır. Transhümanizm, insanın bilimsel ve teknolojik imkânlarla değişerek “insan olma çıkmazı”nı ortadan kaldırabileceği bir süreç olarak düşünülebilir. İnsan olma çıkmazı, insanın hastalanan, acı çeken, ihtirasları olan, zaafları olan bir varlık olması, bu özelliklerinin farkında olması, bunları değiştirmek için çabalaması ancak başaramaması durumudur. Teknolojik imkânlar ile insan; hastalanmayan, mutsuz olmayan, ölümü yenen bir varlık haline gelebilir. Doğanın ve bir parçası olarak insanın değişmeme ihtimali yok. Ancak burada doğanın kendi dinamikleriyle meydana gelen değişimlerinden ziyade insanın “olanla yetinmeme” özelliğinin getirdiği değişimden bahsedilmekte. Varlığını, var oluşunu anlamlı hale getirmek için durmaksızın “daha”yı arayan insanın, kendi varoluşunun sonlanmasına sebep olan ölüm olgusunu ortadan kaldırmak için her türlü çabayı göstereceği söylenebilir.


Günümüz toplumlarında insan varoluşunu anlamlandıran en önemli unsur tüketmektir. Neyi, ne kadar, ne zaman tükettiğimiz, toplum içindeki yerimizi belirler. Bütün küresel ekonomi tüketim üzerine inşa edilmiştir. Dolayısıyla küresel ekonominin aktörleri insanları her an yeniden tüketecekleri bir metalar evreni ile karşı karşıya bırakmak durumundadır. Bunun için de birtakım yapay ihtiyaçlar oluşturmak gerekir. Amerikalı sosyal bilimci Thorstein Veblen doğal ihtiyaç ile yapay ihtiyaç ayrımı için şunlara bakılmasını önerir: “insan yaşamını bir bütün olarak iyileştirmeye doğrudan hizmet edip etmemesi, bireysel olmayan bir biçimde yaşam sürecinin iyileşmesini sağlayıp sağlayamaması...yaşam bolluğunda veya konforunda bir artışın olup olmaması…”. Bu anlamda günümüz tüketiminin büyük çoğunluğunun yapay ihtiyaçlara yönelik olduğu söylenebilir. Yapay ihtiyaçlar karşılandıkça insan kısa süreli mutluluklar elde etmekte ve bu sürenin sonunda hemen yeni ihtiyaçları karşılayarak yeniden ve yine kısa süreli tatminler yaşamakta, dolayısıyla bir sahip olma çılgınlığı ortaya çıkmaktadır.  Her türlü medya aracı, özellikle de sosyal medya, insanlarda yeni ihtiyaçlar yaratmanın önemli bir aracı haline gelmiştir. 


Peki posthuman, bu tatmin olma halini tıbbi teknolojinin kendisine sunduğu imkânlarla ve daha uzun süreli olacak şekilde elde ederse bu denli hırslı bir tüketici olmaktan çıkabilir mi? Bireylerin tatmin için her an yeniden tüketecekleri pazar nesnelerine ihtiyaç duymadıkları bir ortamda daha fazlasına sahip olma hırsı ortadan kalkabilir. Bu daha fazlasına sahip olma hırsı ortadan kalktığında güçlünün yanında yer alarak belli konumlar elde etme ve bu konumdan faydalanarak tüketim nesnelerine sahip olma durumu ortadan kalkabilir. Bu durumda daha fazla güce sahip olma ve sahip olduğu gücü “öteki”ni düşünmeden hunharca kullanma edimi ortadan kalkabilir ve uzun vadede bu otokratik yönetimlerin sonu olabilir. Elbette bu varsayım tüm toplumların aynı anda posthuman bireylerden oluştuğu varsayımı üzerine kurgulanmaktadır. 


Ölüm, transhümanizmde önemli bir olgudur. Transhümanizm sürecinde ölümü yenebilen bir teknolojinin ortaya çıkması üzerine insan-tanrı, insan-çevre ilişkisi gibi birçok fenomen söz konusudur. Bunlar üzerine pesimist pek çok yaklaşım mevcuttur. “Ölüm var, ölümlü olduğunu unutma ey insan!” “Öteki dünyada sonsuz huzur için bu dünyada iyi olmalısın.” tarzı yaklaşımların savaşsız bir dünyayı getirmediği ortada. Belki de ölümlü olduğumuzdan kısıtlı vaktimize çok şey sığdırmaya çalışmak, çatışmaların sebebidir. İnsan bu dünyadaki kısa süreli varlığında, sahip olabileceğine sahip olmak, bu kısa süreyi “en verimli şekilde geçirmek”, bu dünyadan göçüp gittiğinde geriye maddi ve/ya manevi değerler bırakmak ister. Peki ölümsüz olan ve ölümsüzlüğünün bilincinde olan insan ne hisseder ve ne yapar? Bu dünyadaki süremiz sonsuz olduğunda bir şeyleri elde etmek için çok zamanınız var demektir. Eğer öyleyse bu “bir şeyler”e sahip olmak için kimsenin incinmeyeceği kimseye zarar vermeyeceğimiz bir zamanı tercih edebiliriz. Ne de olsa tüm kaynakları yeniden yaratma gücüne sahibiz.  Öte yandan, her şey teknoloji tarafından bize sunuluyorken neden bir şeylere sahip olalım ki? O halde bir şeylere sahip olmak yerine “bir şey olmak” önemlidir diyebiliriz. “Bir şey olmak” için potansiyelimizi açığa çıkarmak gibi bir derdimiz de yok çünkü kendimizi yeniden tasarlayacak bir güce sahibiz. O halde hırs yapacak hiçbir şey yok. Herkesin bu güce sahip olduğu bir ortamda paylaşmamız gereken bir şey olmadığı için savaşa da gerek yok.


Hırslarını alt etmiş bu “posthuman” hala insan mıdır?


 

Yazar: Yeliz Karaçay


Opus Noesis yazılarıyla Medium'da!


Bizi takip etmeyi unutmayın: https://medium.com/@opusnoesis

Ruhun Bilinçle Dansı Üzerine

Her ekonomi-politik gibi kapitalizmin de bir ideolojisi ve bu ideolojinin türevi olan bir bilinç var. Kulağımıza sürekli “İş, iştir.”...

Doğanın Yakarışı Üzerine

Borghese Galerisi, Roma kent merkezinde yer alan Villa Borghese’in içinde Caravaggio, Raphael, Correggio, Canova ve Bernini’nin...

Comentarios


bottom of page