Yazar: Özlem Marangoz Aydın
Şehirlerarası bir yolculuktayım. Yoruldum ve mola verdim.
Mola yeri, zengin menülere sahip çeşitli restoranların da olduğu bir AVM aynı zamanda. İçinde çeşit çeşit ürünler satan pek çok mağaza var.
Çok kalabalık, belli ki, tatil sonrası eve dönme telaşında olan yolcular, molada tuvalete gitmek, çeşitli yemeklerin arasından kendilerine uygun seçim yapmak, hatta belki birkaç eksik almak ya da kahve içebilmek için kalabalığın arasında kendilerine yer açmaya çalışıyorlar.
Ben de onlardan birisiyim. Oturduğum masada sakince yemeğimi bekliyorum. Ve bakınıyorum. İnsan, sıklıkla insan ve insana dair her şey hakkında felsefe yapınca doğal olarak odağında da “insan ve insana dair her şey” oluyor.
Hemen karşımda 12-13 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim bir kız çocuğu ayakta ve neredeyse ağlayarak anne babasına yemeğini bitirmeden tepsileri toplayan görevliye verdikleri için isyanla karışık sitem ediyor:
“Ben daha doymamıştım, neden verdiniz yemeğimi, bana sorabilirdiniz. O kadar bencilsiniz ki sizinle aynı anda doymamı ve kalkmamı bekliyorsunuz. ‘Daha bitirmedim!’ dediğimi bile duymadınız. Daha çok yolumuz olduğu umurumda bile değil!”
Bu ‘tatsızlık” kaçınılmaz mı/ydı?
Masanın rengini, duygusunu bir anda değiştiren bu durumu anlamaya çalışalım: Burada olup biten ne? Tatsızlık yaşanması kaçınılmaz mıydı yoksa önlenebilir miydi, nasıl?” Hadi varsayımlarımızı sıralayalım ve aile içinde çocuğun itirazı ile sonuçlanan tatsız durum üzerine birlikte düşünelim.
Varsayalım ki, ebeveynlerin yaşadığı şehre ulaşması için epey yolu kaldığından telaşlı ve hızlı hareket etmek istiyorlar. Karınları aç olduğu için mola verdiler, yemek yiyip hemen tekrar yola düşecekler.
Aklıma gelen soruları sizinle paylaşmak istiyorum.
“Çocukları ile neden hızlı hareket etmeleri gerektiğini gerekçeleri ile paylaşmış ve onu da sürece dahil etmişler midir?”
“Çocuklarının kendileri ile aynı hızda yemek yiyip yiyemeceğini biliyorlar mı?”
“Çocuklarına yemeğini bitirme hak ve özgürlüğünü verip vermediklerinin farkındalar mı?”
“Çocuklarının “eve erken dönmek gibi” yetişkinliğe dair bir derdi olmayabileceğinin farkındalar mı?”
“Çocuk yolculuktan sıkılmış olduğu için ya da tam tersine yolculuğun tadını çıkarmak için yemeğini keyifle yemek istemiş olabilir mi?”
Daha çok soru sorabiliriz. Ama bir de sormamamız gerekenleri gözden geçirelim.
“Çocuk hep böyle yavaş mı yemek yer?”
“Zaten doymuş da oyalanıyor olabilir mi?
“Ergenliğe mi girmiş?”
“Hep böyle inatçı mı?”
“Olayları hep böyle büyütür mü?”
“Anne babasına böyle kızabildiğine göre saygısız mı?”
Peki bu sorular, sorunu anlamak, önlemek ya da çözmek bakımından herhangi bir işleve sahip mi, nasıl?
Tanık olduğum “yemek ve yememek kavgası” devam ederken kulağıma canhıraş ağlayan küçük bir çocuk sesi geldi. Size gördüğümü özetlemek istiyorum.
2-3 yaşlarında bir oğlan çocuğu, annesi elinden çekiştiriyor, o da annesinin elinden kurtulup kendisini yere atmak için çabalıyor. Annenin elinde çanta ve montlar var. Anne elindeki eşyalara sahip çıkmak ve kendini yere atmaya çalışan oğlunu engellemek için ciddi bir çaba harcıyor. Çocuk ne dediğini anlayamadığım bir şeyler söyleyerek, Ağlama dozunu yükseltiyor. Anne göz ucuyla etrafı kolaçan ederken “baban şimdi gelecek” diyor, sesleri yükseldi, anne sinirlendi ve daha çok bağırmaya başladı, çocuk daha çok ağlamaya başladı. Bir yandan ağlıyor, bir yandan da tepiniyor. Muhtemelen tuvalete giden baba bir türlü gelmedi.
Mesleğimiz gereği felsefi danışmanlık yaparken aile içi iletişimi felsefi iletişim büyüteci ile analiz eder ailenin ve eğer konuşabilen yaşta ise çocuklarının yaşadıkları sorunları hangi kavramlarla tanımladıklarına, kullandıkları kavramlardan ne anladıklarına birlikte bakarız.
Yani yukarıdaki aileler bize gelip danışsalardı “inatçının kim olduğunu” ya da “kimin daha inatçı olduğunu” yaptığımız görüşmelerden sonra yine kendileri söyleyecekler, çözümlerini de kendileri üretebileceklerdi.
Genelde çok basit bir örnek veririm. “Portakalın ne olduğunu bilmeden portakalı tarif edemezsiniz. Birisi size portakal dediğinde ne demek istediğini anlayamazsınız.”
Hep söylerim, yaşı kaç olursa olsun bir çocuğa baktığımda “Ya o çocuk ben olsaydım” diye düşünürüm. Mutlu çocukların “özgür” ve “kişi” olmaları desteklenen çocuklar olduğunu görüyorum. Çocuklara rehberlik edilerek tanınan özgürlüğün, hakları olan bir kişi olarak kabul edilmesinin aile içi ilişkileri olumlu yönde geliştirdiğini biliyorum.
“Aman Özlem yaa, sen de sürekli ‘felsefi iletişim’den söz ediyorsun!” dediğinizi duyar gibiyim. Sizi Felsefi Danışman yanımla olduğu kadar iki çocuklu bir anne olarak da yanıtlayabilirim: Kanaatimce özgür çocuklar, bireysel hak ve özgürlüklerini kullanarak karar verir, inatlaşmaz. Sorunun odağında ebeveynlerin inat ve inatlaşmayı nasıl tanımladığı yatmakta. Sahi siz nasıl tanımlıyorsunuz?
Kommentare